Polatlı Masaj Salonu Masöz Ecem

Polatlı Masaj Salonu

Florence güneÅŸten çıkıp salona adım atar atmaz içeriye girmesinin hata olduÄŸunu anladı. Gözleri ışığa alışınca Ashmolean’daki gümüş koleksiyonuna ne kadar boÅŸ bir ilgiyle bakarsa öyle baktı çevreına. Ansızın, adını unuttuÄŸu, kuzey Oxfordlu, cılız, gözlüklü, yirmi iki yaşında bir oÄŸlan karanlıktan çıkıp Florence’i kıstırdı. Hiçbir giriÅŸe gerek görmeden Oxford’a düşecek bir tek hidrojen bombasının nelere yol açacağını sıralamaya baÅŸladı. On yıl kadar önce, her ikisi de on üç Polatlı Masaj Salonu yaÅŸlarındayken çocuk yeni bir icadı, bir tv cihazını görmesi için onu üç sokak ötedeki, Park Town’daki evine çaÄŸrı etmiÅŸti, Florence’in gördüğü ilk tv oydu.

Oymalı maun bir dolabın kapaklarıyla çerçevelenen minik, gri, bulanık bir ekranda smokinli bir adam ÅŸiddetli bir kar fırtınasına benzeyen bir ÅŸeyin içinde, bir masada oturuyordu. Florence onun geleceÄŸi olmayan gülünç bir mekanizma bulunduÄŸunu düşünmüştü, ama sonra bu çocuk -John muydu, David mi? Michael mı?- Florence’in kendisine ömür boyu dostlık borçlu olduÄŸuna inanmış göründü, iÅŸte yine karşısına çıkmış, alacağını istiyordu.

Polatlı Masaj Salonu

Kolunun altında iki yüz kopyasını tuttuÄŸu broşürde Oxford’un başına gelecekler anlatılıyordu. Bu broşürlerin kasabada dağıtılması için Florence’den yardım istiyordu çocuk. EÄŸilince Florence onun saç kreminin kokusunun kendi yüzünü sardığını hissetti. Kâğıt benzer biçimde yüzü loÅŸ ışıkta sarılık geçiriyormuÅŸ benzer biçimde parlıyordu, kalın camların arkasındaki gözleri incecik birer siyah çizgiydi. Kabalık etmek elinden gelmeyen Florence yüzüne nazik bir ifade oturttu. Uzun boylu, zayıf adamların, kemiklerinin ve âdemelmalarının ciltlerinin altından olduÄŸu benzer biçimde görünmesinde, kuÅŸa benzeyen suratlarında, yırtıcı hayvanlar benzer biçimde kamburlarını çıkarmalarında çekici bir yan olurdu.

ÇocuÄŸun tarif etmiÅŸ olduÄŸu krater yarım mil geniÅŸliÄŸinde, otuz metre derinliÄŸinde olacaktı. Radyoaktivite yüzünden Oxford’a on bin yıl yaklaşılamayacaktı. Bu açıklama bir yargı benzer biçimde geliyordu kulaÄŸa. Ama dışarıda görkemli ÅŸehir, ilkyazın bitkileriyle dolup taşıyor, güneÅŸ pekmez renkli Cotswold taÅŸlarını ısıtıyor, Christ Church Çayırı mutlaka bütün görkemiyle görünüyordu. Burada ise, delikanlıın sıska omuzlarının üstünden loÅŸ salonda mırıldanarak saÄŸa sola giden, sandalyeleri yerleÅŸtiren insanları ve sonra kendisine doÄŸru gelen Edward’i gördü Florence.